ADALET

Haksızlıktan kaçınmak, doğru hüküm vermek ve her durumda her şeyi layık olduğu yere koymakla aydınlık bir çağ var eder “Adalet”. Bunun tam tersi ise zulüm, haksızlık ve insan kayırmak gibi kötü davranışlar karanlık dönemlerin uzamasına öncülük eder. İnsanlığın var olduğu ilk günden beridir, yaratıcı tarafından gönderilen tüm aracılar hak ve adalet anlayışını insanlara aktarılsın ve öğretsin diye görevlendirilmiştir. 4 kutsal kitapta da adalete ve adil olmaya ilişkin bölümlere yer verilmiştir. Adalet tüm ahlaki görevlerin bütünüdür. Adaletin olmadığı yerde ahlakın da olmadığı görülmektedir. Yeryüzünde ilahi adalete uyulduğu sürece insanlar arasında huzur, barış ve sevgi varlığını göstermiştir. İlahi ölçülere uyulmadığı dönemlerde ise zulüm, kan, göz yaşı ve haksızlık hakim olmuştur var olan tüm iyi davranışlar harcanmıştır. Adaletsizliği adaletle yıkmanın gerekliliği doğmuştur.

İslam dini de hak ve adalet üzerine yükselen bir din olarak var olmuştur. İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır. İslam anlayışında “adalet” denildiği zaman din, dil, ırk, cinsiyet ve ülke farkı gözetmeden insanlara, insan olarak yaratıldıkları için adil davranmak, saygılı davranmak ve Allah’ın insana doğuştan verdiği can, mal, akıl, namus ve din gibi insan için hayati önem taşıyan hakları korumak akla gelir. Bu durum adaletin tarafsız olduğunu, hak ve hukuku koruduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak, günümüzde İslam inancına sahip olduğunu iddia eden ve “adalet” ile yakından uzaktan alakası olmayan insanların değişimini de gözlemlemekteyiz. Eğer bir toplumda hak ve adalet anlayışından ayrılmalar başlamışsa işte o zaman zulüm ve haksızlıklar, bölünüp parçalanmalar başlar. Yani insanın inancı içerisinde farklılıklar olsa bile, doğru yoldan, adalet yolundan çıkması durumunda yaşayacağı durumlar çok net ortadadır. Bu da yaratıcının adaletini, ayrım yapmadan hak edenin hakkını verdiğini gösteren çok bariz bir göstergedir.

Sadece din insanları değil, düşünürler de eski çağlardan beri “adalet” kavramı hakkında çalışmalar yapmış bu kavramla ilgilenmişlerdir. Adalet kainatın ruhudur. Yunan düşünür Platon’a göre “adalet” en yüce erdemlerden biri, insanların ve devletlerin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in de adalete yaklaşımı eşitlik kavramı üzerinden gelişmektedir. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni ancak güçsüzleri koruduğu ölçüde bir devlet düzeni de ancak azınlıkların haklarını önemsediği düzeyde adaletli olabilir. Maalesef devletlerin hukuk düzenleri her zaman adil olmayabiliyor. Hukuk kendi içerisinde bir eşitlik kavramı da doğuruyor. Yani bu kavram, yasaların her durumda aynı biçimde uygulanmasını gerektiriyor. Oysa hukukçu olarak yargılayanlar herhangi bir olayda yasayı uygularken, durumun özeliklerini de göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu durumda da genel nitelikler taşıyan yasaların eksik yanları uygulamada giderilebilir ve adalete biraz daha yakınlaşılabilir.

Adalet kavramı günümüzde sosyal adaleti de kapsamaktadır. Sosyal adalet, ekonomik, sosyal ve kültürel değerlerin dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesini, toplumdaki zayıf ve güçsüzlere devletçe yardım edilmesini içerir. En önemlisi de kişilerin yaşadıkları ilişkiler ve sürdürdükleri iletişim çerçevesinde sosyal adalet varlığını gösterir. Bu durumda adalet ilişkilerin nefes borusu görevini görür. Her ne durumda olursa olsun ilişkilerde yaşanan çatışmalar adalet ile çözülür. Yapılan her yanlışın, her hatanın bir bedeli olduğu gibi, yaşanan ilişkilerde de yanlışların ve hataların bedeli adalet yoluyla giderilmeli. Hatalardan sonra doğan pişmanlıklar adil bir şekilde cezalandırılmalı ve insanlar sahip oldukları kıymetli birliktelikleri harcamamalı. Eşit davranarak değil, hakkını vererek adil olunur.