AYDINLIK

“Aydınlık” varlığını ispatlamak için karanlığa muhtaçtır. Her ne kadar birbirine zıt kavramlar olarak görülse de, “aydınlık” ile karanlık birbirlerini tamamlayan iki kavramdır aslında. Her güzel günün ardında zor günler olduğunun göstergesi, her zor günün de ardında mutlaka güzel günlerin olduğunun da göstergesidir; “aydınlık” ve karanlık. Her zorluğun sonunda bir “aydınlık” vardır. Eğer ellerimiz diken yaralarıyla kan revan içindeyse, güle dokunmamıza çok az kalmıştır. Vazgeçmemeli insan güle dokunmaktan, elleri kan revan içinde kalsa bile.

İnsan karanlığın var olduğunu “aydınlığı” yaşama fırsatı görünce anlar. “Aydınlıktan” önce hiçbir derdi yoktur insanın karanlıkla. Yaşar insan, öylesine saadetin adını bile duymadan; geceyi bilir, dört mevsimi, rüzgarı, karı bilir. Ay ışığına bayılır ama kötülemez karanlığı. “Aydınlığı” görmeye, yaşamaya dursun. Rahatı kaçar insanın “aydınlıktan” sonra. Bir öğrene görsün aşkı, insanı o zaman seyredin. Saadetin adını bilmeyen insan, saadeti yaşadıktan sonra evrim geçirir. Gece bir başka gelir ona artık. Geceler anlamlıdır. Geceyi bilmekle geceyi anlamlandırmak arasındaki farkı yaşar insan. Geceleri anlamlandıktan sonra insan “aydınlık” günlerinden kalan maziyle beraber hayal kurmaya başlar.Dört mevsimin de ayrı bir anlamı olur artık insan için. Özellikle kar yağdığında şöminenin önünde geçirdiği zaman artık çok ağır gelir insana. Artık karanlık da ağır gelir insana “aydınlık” özlemiyle yanar tutuşur.

Yaşadığımız şu dünyaya dönüp de bir bakmak gerek. Yüce rabbimiz, yarattığı hangi eserini sevginin kucağında büyütmemiş ki? Neden “aydınlık” günlerdeki gibi okşamak ve kucaklamakla gidilecek yere, tekme tokatla erişmeyi tercih eder insan? Neden her an görmek istediğine “karşıma çıkma” der insan? Eğer küle döndüyse, endişelenmemeli insan. Yeniden güle dönmeyi beklemeli. Geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırlamalı insan. Karanlık günler bir virüs gibidir. Sinsi sinsi yayılır insanın bedenine ve bulaştırır bütün olumsuzluğu karanlığı taşıyanın çevresine. Bu virüsten kurtulmanın çaresi de olumlu düşünmeye başlamakla varlık gösterir.

“Aydınlık”, sarılmayı öğretir insana. Sahiplenmeyi, sahiplendiğinde sağdık kalmayı. Aşık olmayı öğretir. Bölünmeyi öğrenir insan ikilere, üçlere, gerekirse binlere. Gerçekten sevmeyi öğretir. Öyle basit öğretiler değildir bunlar. Bu öğretiler sayesinden insan var olduğunu kavrar. Nefes almaya başlar. Sevdiğinin gönlündeyse artık, asla yalnız kalmazsın karanlığın en koyusunda bile. “Aydınlık” uzak geliyorsa insana, ay doğmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa penceresine, kabahati ne güneşte ne de ay da aramamalı insan. Gözlerindeki perdeyi aramalı. Mutlaka seni bekleyen bir aydınlığın olduğunu bilerek yaşamalı. Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak. Sakın karanlık günlerde acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.

“Ey sevgili; heyben acıyla dolar da nefes alamazsan gel. Huzur bulacağın kıyılarım senindir. Umutların solar kurur da su bulamazsan beraber sulayalım, gözyaşlarım senindir. Kanadın kırılır da maviye uçamazsan, ne güne duruyor al, kanatlarım senindir. Çaresiz çilelere bir umut bulamazsan, kendime ettiğim dualarım senindir.”