BEYOĞLU

Merhaba, ben İstanbul’un uyumayan ve her zaman hareketlilik ile yaşayan, en az yoğun olduğu zamanlarda bile sınırları içerisinde birkaç milyon insan ağırlayan Beyoğlu. İstanbul’un en büyük ilçelerinden biri olmama rağmen bazı insanlar benim sadece Karaköy’den veya Tünel Meydanı’ndan Taksim’e kadar uzanan bölgeden ibaret olduğumu düşünüyorlar. Oysa ben Haliç’in kuzeyinden Kasımpaşa vadisinin batısına kadar, Dolmabahçe (Gazhane) vadisinden Şişli ve Beşiktaş ilçelerine kadar uzanan bir bölgeyi yönetimim altında yaşatıyorum. Marka konumlandırmam önemli kültür, eğlence ve iş merkezlerim üzerine yapılmıştır. Bunun yanı sıra köklü bir tarihi de modern yaşam ile birlikte bir araya getiriyorum. İstanbul’un yerleşim alanı sur içinden dışarıya doğru yayılım göstermektedir. Ben Bizans dönemine kadar yerleşim alanı olarak kullanılmadım. Hatta Bizans döneminin ilk dönemlerinde bile uzunca bir süre yerleşim alanı olarak kullanılmıyordum. Ancak, ilk marka kimliğimin adımları da bu dönemde atılmaya başlanıldı. Tarım alanı olarak kullanılan bölgemde bana “Pera” (Öte yaka) adı verilmişti. İstanbullular benim hakkımda konuştukları zamanda “Pera Bağları” diye anılıyordum. Marka ismimin “Beyoğlu” olarak değiştirilmesiyle ilgili de birçok rivayet bulunmakta. Bu rivayetlerin en başında gelen ikisini sizinle paylaşayım. İlk rivayete göre, İslamiyet’i kabul edip burada oturmaya başlayan Pontus Prensinden alıyordum bu ismi. Diğerine göreyse, “Bey Oğlu” diye anılan Venedik Prensinin burada oturmasından geliyor. Tabii bu çeşitli rivayetler sayesinde daha çok etkileşime sahiplik ediyor ve daha çok bilinirliğim artıyor. Ancak benim markalama çalışmamda bu durumu kesinleştirecek ve hikayesi olacak bir çalışma yapmam gerektiğinin de farkındayım.

Bizans dönemine göre her ne kadar İstanbul’un sonradan gelişen bölgeleri arasında yer alsam da kısa zamanda önemli bir konuma geldim. Çünkü sur içinde inşa edilen yaşam alanları hızla artan nüfusa yetmemeye başladı. Sur içi sadece yerleşim yeri değil, birçok  etkinlik, eğlence ve ticari faaliyetlerin organize edildiği konuma taşındı. Surların dışındaki ilk yerleşim yerlerinden biri Galata da faaliyet gösterdi. Çünkü Galata oldukça önemli bir konumdaydı. Benim bulunduğum bölgede bir fener kulesi olarak denizcilere yol gösteren ahşap bir yapı bulunmaktaydı. Bu kule de insanların buraya yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. İnsanların burada yaşaması benim markalaşma serüvenimin başlaması için oldukça önemliydi. Bu yerleşim yerine Sykai (Sycae) adı verilmişti ve genelde burada yaşayan insanlar Venedikliler ile Cenevizlilerden oluşmaktaydı. Kısa zaman içerisinde benim yönetimim tamamen Cenevizli tüccarların eline geçirildi. Cenevizliler ticaret konusunda oldukça önemli projelere imza attılar. Bu önemli adımlar sayesinde sadece yurtiçinde değil uluslararasında bile bilinirliğim oluşmaya başladı. Marka değerime en büyük katkılardan biri de bu dönemde atıldı ve Cenevizliler Galata Kulesini yığma taş tekniğiyle restore etti ve burayı şehrin savunması için kullanmaya başlamışlardı. Sonrasında Osmanlı da aynı amaç için bu kuleyi kullanmaya başladı ve bugünlere kadar resmen bir şehir ikonu halini aldı. Osmanlı dönemine kadar 50 bin kadar olan nüfusum ile o dönemlerde bile Dünya’nın birçok şehrinden daha kalabalık bir halkı ağırlıyordum. Osmanlı döneminden sonra Rumeli ve Anadolu’dan gelen Müslüman ve Müslüman olmayan halkın yerleşmesiyle 100 binden fazla bir nüfusu ağırlamaya başladım. Çok sayıda insanın benim bölgemde yaşaması bana birçok tecrübe kazandırdı. İnsanın bir bölgenin markalaşması için ne kadar önemli olduğunu o dönemlerde öğrenmiş oldum. Ticaret merkezi olma özeliğimi korurken aynı zamanda yabancı elçiliklerin yerleştiği ve yine yabancı banker, komisyoncu, banka ve sigorta şirketlerinin yoğunlaşması, eğlence merkezlerinin de bulunduğu bir Avrupa kenti imajına sahip oldum. Osmanlı padişahlarının Topkapı Sarayı’ndan çıkarak Galata yakınındaki Dolmabahçe Sarayı’na taşınmaları da marka değerimi iyice artırdı. İlk önemli sanayi kuruluşu olan Feshane’nin Haliç’te işletmeye açılması ilk demiryolu ulaşımımı, tramvay, tünel gibi kent içi ve kent dışı ulaşım olanaklarına kavuştum.

Her dönem önemli bir marka şehir olmanın sorumluluğunu taşımak her ne kadar kolay olmasa da kendime her zaman rakip olarak Avrupa’nın önde gelen şehirlerini almaya devam ettim. Tüm markalama çalışmalarıma rağmen altyapı çalışmalarım çok iyi değildi. En hayati ihtiyaçlardan biri olan su ihtiyacının giderilmesi benim için çok önemliydi. Galata çevresine açılan büyük su vanaları sayesinde neredeyse tüm İstanbul’un suları buradan taksim edilmeye başladı. Suların taksim edildiği meydanlarımdan en büyüğüne de Taksim adı verildi ve bu meydanım sayesinde özgürlüklerin ve demokrasinin var olduğu bir şehir imajını tüm dünyaya duyurmaya başladım. Özgürlüklerin, demokrasinin ve çoklu milletin bir arada yaşaması, ticaretin hayat bulmasına rağmen benim bulunduğum bölgeye bugünlere kadar büyük çaplı camiiler yapılmamış, medreseler inşa edilmemişti. Bu durum da benim marka konumlandırmamı daha çok batıya yakın bir konumlandırma üzerine kurmuştu.

Kılık, kıyafet yaşam biçimi ve mimari açıdan Türkiye geneline göre farklı bir yaşam ve görüntünün yoğunluk kazandığı yer şüphesiz benim bölgem olmuştur. Bu tutumum özelikle Cumhuriyet döneminde beni ön plana çıkardı. Avrupa’nın diğer şehirlerine göre mücadele etmek için birçok unsuru daha bir araya getirmem gerekiyordu. O dönemlerde Aşıklar ve Ayazpaşa mezarlıkları kaldırırılmış, Galata surları yıktırılmış, yeni caddeler ve sokaklar açılmıştı; yangınların önlenebilmesi için ahşap bina yapımı yasaklanmıştı. Galatasaray’ı Beyoğlu’na bağlayan Tünel açılıp hizmete girmişti. 1913’te ise Beyoğlu-Şişli arasında elektrikli tramvaylar hizmete girdi. .Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçildiğinde de Beyoğlu’nun yerleşme alanı Teşvikiye ve Maçka’dan Beşiktaş’a, Şişli ötelerine, Haliç ve Boğaziçi yamaçlarına uzandı. Bu gelişme sırasında konutlar yavaş yavaş iş yerlerine dönüştü. Önceleri adı Cadde-i Kebir iken Cumhuriyetten sonra İstiklal Caddesi denilen ana yol boyunca mağazalar, bankalar, kahvehaneler, tiyatrolar, sinemalar, pastaneler ve eğlence yerleri açıldı. Bu gelişmeler sayesinde istediğim hedefe ulaşabildim ve “İstanbul” denildiğinde akla gelen ilk bölge olmayı başardım.

Bugün sınırlarım içerisinde çok sayıda önemli kurum ve mekan bulunmaktadır. Bunların arasında; Fındıklı’daki Mimar Sinan Üniversitesi, Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi, Kasımpaşa’daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Sütlüce’deki Tophane-i Amire ( Koç Sanayii Müzesi), Aynalıkavak Kasrı, İstiklal Caddesi’ndeki İstanbul Sanayi Odası, Yapı Kredi Kültür ve Yayıncılık, Çiçek Pasajı, Balık Pazarı, Aksanat, çok sayıda sinema, Muammer Karaca Tiyatrosu, Tünel ve Tramvay ulaşımı, Galata’daki Galata Kulesi  de bulunmaktadır. Günümüzde de büyük otellerin, tiyatroların, sinemaların, okulların, konsoloslukların, yabancı kültür merkezlerinin, sanat galerilerinin bulunduğu bir ilçe olarak, İstanbul’un en canlı ve gözde semtlerinden biriyim.