BODRUM

Merhaba, ben neredeyse 4 bin yıllık bir tarihe sahip, pek çok gelişmiş medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerden edindiğim tecrübe ve bilgi birikimiyle varlığını sürdüren Bodrum. Doğal özelliklerini kaybetmeyen, kendine has marka konumlandırması olan, gastronomi ve tarım açısından pek çok farklı çeşitliliğe sahip, kusursuz iklimi, denizi ve doğanın meydana getirdiği koylarımla dünyanın çeşitli yerlerindeki marka şehirlere rakip olmanın sorumluluğunu ve bilincini taşıyorum. Ayrıca, şehirlerin ve bölgelerin de tıpkı ürünler ve hizmetler gibi marka değerine sahip olabileceğinin de farkındayım. Benim bölgem insanlar tarafından milattan önceki çağlardan itibaren keşfedildiğinden beridir dünyadaki cennet olarak algılanmış ve her ağırladığım insanı büyülemeyi başarmış bir bölgedir. Tabii bu büyülü bölgeyi keşfeden medeniyetler kalıcı olarak yapılarını da benim bölgemde inşa etmeyi sürdürmüşlerdir. O zamanlarda medeniyetler benim bölgemde inşa süreçlerini yaşarken benim de marka konumlandırmam yavaş yavaş oluşmaya başlıyordu. Leleg, Karia, Pers, Dor, Helen, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi milattan önce ve sonra varlığını sürdürmüş medeniyetlerin hepsine ev sahipliği yapma fırsatı buldum. Pek çok krize, pek çok savaşa ve işgale rağmen tüm bu medeniyet ve uygarlıklardan tarihi izleri bugünlere kadar taşıdım. Sadece yapılar inşa ederek değil, bu uygarlık ve kültürlerin yaşam biçimleri de benim bünyemde daha önce görülmemiş kendine has bir kültür oluşumunu sağladı. Var olduğum ilk günden beri keşif tutkunları, tarihçiler, doğa bilimciler ve sanatçıların en uğrak yeri olmaya başlamıştım. Her gelen bilim ve sanat insanı benim adıma şiirler, şarkılar, hikâyeler yazar oldu. Nesilden nesile benim bölgem bu şarkılar, şiirler ve hikâyelerle taşındı.

“Yokuş başına geldiğinde
Bodrum’u göreceksin,
Sanma ki sen
Geldiğin gibi gideceksin

Senden öncekiler de
Böyleydiler
Akıllarını hep Bodrum’da
Bırakıp gittiler…”

Tıpkı Halikarnas Balıkçısının kaleme aldığı gibi her gelenin gittikten sonra aklı mutlaka bende kalmıştır. Her giden mutlaka bir gün yeniden gelmek üzere ayrılmıştır benim bölgemde. Ancak gelenlerin pek çoğu sadece tatil amaçlı gelmesine rağmen benim bölgemden kopamamıştır. Düşünebiliyor musunuz? Tatil amaçlı gelip bir daha evine yaşadığı yere dönmeyen insanları ağırlayacak kadar kuvvetli bir cazibe merkezi konuma gelmiş olmanın verdiği hazzı. İşte ben bu hazzı yaşıyorum. Aynı zamanda da tüm kültürlerin ve medeniyetlerin kendinden bir parça bulabileceği bu özgün durumumu korumak benim marka değerimi belirleyen en önemli özeliklerden birisi durumunda adeta. Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı ozan. Batı edebiyatının ilk büyük eserleri kabul edilen İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı veya derleyicisi olduğu kabul edilen. Smyrna (İzmir) bölgesinde yaşamış olduğu düşünülen ve uzunca bir süre bölgemde kendisini ağırladığım Homeros benim en bilindik ve bugünlere kadar gelen önemli konumlandırmalarımdan birini oluşturmuştu. Bana, “Ebedi Mavilikler Cenneti” marka konumlandırmasını yakıştırmıştı. Tabii sanattan, tarihten ve bilimden bahsetmişken benim bugünlere gelmemde önemli rol oynayan sanatçımız Zeki Müren’den de bahsetmemek olmaz. Türkiye’nin önemli sanatçılarından olan Zeki Müren 1980 yılından, vefat ettiği 1996 yılına kadar benim bölgemde iki katlı bir evde yaşamını sürdürdü. Başlı başına bir marka olan Zeki Müren’in yaşadığı ev ve tasarımı da bir marka olarak tüm bölgemde yayıldı ve değerime değer kattı. Bugünlerde ise o değerli ev benim bölgemde kapılarını ziyaretçilerine müze olarak açmış durumda.

Benim bölgem zaman içerisinde stratejik olarak da çok önemli bir yere sahip olmaya başlamıştı. Yunan ve Anadolu uygarlıklarının birbirinden ayrıldığı en önemli kesişme noktalarından birinin üzerinde hayat bulmuştum. Marka olarak bilinirliğim arkeolojik çalışmalar ile kanıtlanmış ve marka tarihimin 7 bin yıllık bir tarih olduğu da şuanda benim bölgemde kanıtlarıyla sunulmaktadır. Bir bölgenin marka olmasının en önemli unsurlarından biri marka geçmişi ve bu geçmişiyle birlikte edindiği tecrübeler, itibar ve imaj değeridir. Sadece tarih de yeterli değil tabii. Bölgemde yaşanan olaylar ve insanların da benim marka kimliğime ne kadar önemli katkıda bulunduğunu da zaman içerisinde keşfetmiş oldum. Öğrenmek ve keşfetmek benim için hiçbir zaman bitmedi. Örneğin, Antik çağda Kayra bölgesinin stratejik açıdan en önemli liman şehirlerinden biri olan Halikarnassos, Herodotos ve insanlık tarihinin ilk kadın deniz komutanı amirali olarak bilinen I. Artemisia gibi pek çok önemli insan benim bölgemde yaşamıştı. Hala bu önemli insanların etkileri benim bölgemde varlığını sürdürüyor.

İlk zamanlarda benim bölgem bir yarım ada değil tam ada olarak varlığını sürdürüyordu. Doğal olayların yaşattığı gelişmeler benim zamanla büyük bölgelerle birleşmemi sağladı.  İlk olarak Karyalılar, sonrasında Lidyalılar ve Perslilerin yönetimiyle oluşumum devam etti. Karya Bölgesi olduğum dönemlerde Hekatommos Sülalesi tarafından yönetildim. Bir ailenin, sülalenin yönetiminden, uygarlıklara, medeniyetlere ve dünyaya hükmeden imparatorluklara kadar ulaşan bir yönetim serüveni yaşadım. Bu yönetimlerde pek çok inşa da benim bölgemde oluşturuldu. Hatta Mausolos yönetimi sırasında inşası tam 24 yıl süren “Mausoleion” olarak bilinen ve dünyanın yedi harikasından biri olan mezar anıtı da bu dönemde inşa edilmiştir. M.Ö 334 yılına kadar Halikarnassos olarak bilinen bu “Ebedi Mavilikler Cenneti” ve aynı zamanda binlerce yıllık tarihi yapılar Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından neredeyse yok edilerek ele geçirilmiştir. Maalesef önemli her şehir, bölge ve yapı gibi savaşlardan nasibini alan bölgeler arasında ben de yerimi almıştım. Büyük İskender’in orduları benim bölgeme öyle zarar vermişlerdir ki yüz yıllar boyunca kendimi toparlayamamıştım. Halikarnassos olarak diğer kıyı şehirleri gibi benim de bağımsızlığımı ilan edip koruma vaktim gelmişti. Kısa bir süre sonra Roma yönetimi altına geçmiş ve bu imparatorluğun da ikiye bölünmesiyle beraber Aphrodisias Metropolitiliği’ne bağlı bir piskoposluk bölgesi olmuştum. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Rodos fetih edildiğinde ben de bölge olarak rahata kavuşacağım ümidine kapılmış artık marka kimliğimi oluşturup tüm dünyaya adımı duyuracak bir bölge olacağımı umut ediyordum. Ancak durumlar beklediğim gibi gelişmedi. 1. Dünya savaşında İtalyanlar tarafından yeniden işgal altınla alındım. Neyse ki Kurtuluş Savaşında 05.07.1921 yılında İtalyan işgali sona erdi ve bu tarih de benim miladım oldu. Bu tarihin daha çok değerlendirilip daha çok ön plana çıkarılması hem benim varlığımın nerelerden geçtiğini göstereceğini hem de ne kadar zengin bir yapıya sahip olduğumu sunabileceğim bir imkân olduğu düşüncesini de aklımdan çıkaramıyorum.

Peki, ben ne zaman Halikarnassos imajından marka kimliğimi yenileyerek Bodrum adını aldım? Benim bölgem stratejik olarak hep çok önemli konumdaydı. Şu anda bile öyle. Bu sebeple bölgemin en stratejik yerine bir kale inşa edildi. Bu kalenin kurucularından olan St. Petrium şövalyeleri de benim bölgemin yeni bir marka imajına sahip olmamda etkisi olmuştur. Türklerin benim bölgeme Bodrum ile hitap etmesinden dolayı Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bölgeme resmi olarak Bodrum adı verilmiştir. Kısacası profesyonel olarak markalama sürecim de Cumhuriyetin ilk yıllarında başlamış oldu. O dönemlerde yaklaşık 5000 kişinin yaşadığı bir bölgeydim. Turizm mantığına sahip olmadan önce diğer kıyı şehirleri gibi benim bölgem de balıkçılık yaparak geçimini sağlıyordu. Aynı zamanda süngercilik ve tarım ile ilgili işler yapılan bir bölgeydim. Evet, bunlar hala devam ediyor ancak 1965 yılından sonra dünyada kıyı şehri olan bölgelerin avantajlarını kullanarak ön plana nasıl çıktıklarına yoğunlaşan yönetim anlayışım, benim yeni bir marka konumlandırmasına ihtiyacım olduğunu tespit ettiler. Yeni marka konumlandırmamı dünyanın en özel ve güzel coğrafyalarından biri olarak, kültür ve tarih zenginliği ile ön plana çıkan ve dünyadaki diğer kıyı şehirlerine rakip konuma gelen bir turizm merkezi oldum.

Doğu ve batı limanlarının birleşmesinden meydana gelen yarımada üzerinde yükselen kalem ve iki limanın kıyılarına dizilmiş bembeyaz evlerim, gümbetlerim ve denize inen daracık sokaklarım, şöhreti dünyaya yayılmış yatlarım, tersanelerim ile tam bir marka şehir olmayı başaran bir yöreyim. Homeros’un “Ebedi mavilikler ülkesi” dediği ve bir diğer Bodrumlu Cevat Şakir’in de “Başka yerde olup nur içinde yatılacağına burada nur içinde yaşanır” demesi boşuna değildir. Bugünlerde ben, bir tatil yöresinden beklenen tüm unsurları bünyesinde toplamış, yaz-kış yaşanabilecek önemli bir turizm merkezi konumuna gelmiş durumdayım. Dünyanın dört bir yanından gelen zengin yatçılardan kısıtlı bütçesiyle bir pansiyonda uzun yaz tatili geçirebilen gelir gruplarına kadar tüm kesimlerin beklentisini karşılayacak donanıma sahibim. Yukarıda da belirttiğim gibi birçok uygarlığa ev sahipliği yaptım. Çağlar boyunca Ege adalarından gelenlerin sayısız istilasına uğramama rağmen varlığımı korudum. Tarihçi Heredot’u, tarihin ilk kadın amirali olan I. Artemisia ve onun kadar başarılı amiral olan II. Artemisia’yı, Leachares, Shepas, Zeki Müren gibi sanatçıları yetiştirdim. Son olarak şu an itibarıyla Bodrum markasının ziyaretçilerine sunduğu marka vaadini de sizlerle paylaşmak isterim. Muğla ilinin bir ilçesi olamama rağmen sahip olduğum özellikler bırakın bir ili bir ülkeden bile daha fazla olabilir. Örneğin antik kentlerimi sizlerle paylaşayım.

Antik Tiyatro: Benim bölgemde bulunan Turgutreis yolu üzerinde yer almaktadır. 13.000 kişilik tiyatronun yapılan kazılardan sahne bölümü ortaya çıkarılmış ve oturma yerleri restore edilmiştir. Veya
Kaya Mezarları: Tiyatronun daha yukarısında ve yamaçta Helenistik ve Roma devrine ait kaya mezarları hala varlığını koruyarak ziyaretçilerimle buluşmayı beklemektedir. Myndos Kapısı: benim bölgemin batısında, Halikarnassos’un giriş kapılarından biriydi. Myndos kapısı iki anıtsal kule ile onların ardında şehre girilen kapının yer aldığı bir iç avludan oluşmaktaydı. Bu kapının kuzeyinde yer alan surlar ile kulelerin onarımının birinci aşaması 1999 yılında tamamlandı. Sadece bu kadar da değil, Çıfıt Kale (Aspat): Yarımadanın güneybatısında Bağla koyuna yakın bir kayalık üzerinde kuruldu. Çeşitli uygarlıklara ait kalıntılar hala varlığını sürdürüyor.

Antik Kentlerim de hala varlığını sürdürüyor ve ziyarete açık: Myndos (Gümüşlük), Termena (Akçaalan) Telmisos (Gürece), Kadıyanda (Aşağıgöl), Theangela (Etrin) benim bölgemde bulunan antik kentlerdir. Dahası, Stratonikeia: Yatağan – Milas karayolu üzerinde bulunan Eskihisar köyündeki harabeler Karya, Roma, Bizans devirlerine ait zengin kalıntılara ev sahipliği yapmaktadır. Lagina: Yatağan’ın Turgut mevkisindeki Hekate tapınağına toprak yoldan (9 km.) gidilerek ulaşılır. Karia’nın önemli merkezlerinden biri olan Lagina’nın antik bronz çağından beri yerleşim olduğu, yapılan kazılarla ispatlanmıştır. Sedir Adeun (Kedreae): Gökova – Akyaka’dan ya da Çamlıköy’den denizyolu ile ulaşılabilen Sedir Adası, doğal ve tarihi güzellikleriyle yörenin gözde ören yerlerindendir. Apollo Tapınağı, tiyatro, antik liman benim bölgemde da görülecek ilk kalıntılardır. Ünlü Kleopatra plajı da benim bölgemde yer almaktadır. Şu anda 56 mahalleye sahip olarak bir büyük şehir kadar sorumlulukları olan Türkiye’nin marka kimliğine büyük ölçekte etkisi dokunabilecek bir ilçe olmanın ne demek olduğunun farkındayım. Bu farkındalığımı koruyarak, doğamı, yapılarımı, tarihimi ve bölgemde yaşayan insanların refah seviyesinin marka kimliğimde ne denli önemli rol oynadığını da biliyorum. Sizlerle her mahallemin özelliklerini, dününü, bugününü ve yarınından ümit ettiklerimi paylaşmayı hedefliyorum. Bu yazımın asıl amacı benim dünümü ve bugünümü sizlerle paylaşmaktı. Tüm mahalleleri sizlere aktardıktan sonra da son yazı olarak yarınlarımla  ilgili hayallerimi ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmayı planlıyorum. Esen kalın.