ÇEKMEKÖY
Merhaba, benim ilk varlığım Üsküdar ilçesine bağlı olan bir köy olarak görünmektedir. Bu ilçenin en eski köyleri arasında yer almaktaydım. Marka konumlandırmam da ormanlar üzerine kurulmuştu ve ormanlar bölgesi olarak biliniyordum. Bana yakın yaşayan bölgelerdeki insanların odun ihtiyaçları benim bölgemde karşılanıyordu. Haliyle insanların buraya gelip gidiyor olması benim bölgemde de yaşam belirtilerinin başlamasına sebep olmuştu. Öncelerde orman evleri, ağaç evler ve depolar benim bölgemde inşa edildi. Sonrasında burada küçük bir köy meydana geldi. Marka ismimi de o dönem itibarıyla oluşturmaya başladım. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetih ettiği dönemlerde benim bölgemde yaşamaya başlayan ve benim bölgemi köy haline getiren yedi kardeş benim marka konumlandırmamı oluşturdu. Sadece yedi kardeşin yaşadığı burada yaşam alanı oluşturduğu bir bölge olarak çok ıssız bir bölgeydim. O dönemlerde de eşkıyalar böyle ıssız yerlerde varlık gösteriyor ve karşılarına çıkan her şeyi yağmalıyorlardı. Eşkıyalar benim bölgeme de gelmiş ve bölgemde var olmaya çalışan bu köyü keşfetmişlerdi. Kardeşlerin altısının canını aldıktan sonra yedincisi ölmeden önce, “Çekme tetiği!” demiş ve o zamanlardan beri “Çekme” olarak anılmaya başlamışım. Ancak, tam olarak bana Çekmeköy adı o zamanda verilmemişti. Çünkü var olan il alanımı da eşkıyalar talan etmişti. Uzun zaman insanlar beni yerleşim yeri olarak kullanmamıştı. Eşkıyalar benim bölgemin imajını kötü etkilemişti. Uzun zamandan sonra nüfus artışından dolayı artık buralar da öyle ıssız değildi ve insanların yeniden yerleşim yerleri kurmasıyla yeniden bir köy haline geldim. Artık ormancılıkla birlikte hayvancılığında yapıldığı bir köy olmuştum. Biraz tepelik bir yer olduğum için bölgemde yaşayan insanlar büyük baş hayvanlarını buraya getirmek için çekmek zorunda kalıyorlardı. Bu iki olayın ardından artık bana Çekmeköy adı verilmişti. Bölgedeki insanların bana bu ismi vermesi Kanuni Sultan Süleyman döneminde gerçekleştirildi. Benim de diğer bölgeler gibi bir sancak altına alınmam da bu dönemde oldu. Benim bölgemin idaresi İzmit sancağına bağlıydı. Yani ilk zamanlarda ben bir İstanbul bölgesi değildim. O dönemlerde İstanbul iki farklı sancak altından yönetiliyordu. Avrupa yakasının sancağı Paşa Sancağı olarak anılıyordu ve Kaptan Paşa tarafından Anadolu yakası yönetiliyordu. Anadolu yakasının sancağı da Üsküdar ve Beykoz ilçelerini kapsayarak İzmit Bey’i yönetimi altındaydı. Haliyle bende İzmit beyliğinde yönetiliyordum. Çünkü daha İstanbul fetih edilmeden önce İstanbul’un Anadolu yakası fetih edilmiş ve bu bölgeler de İzmit’e bağlanmıştı. Çok zaman sonra Avrupa ve Anadolu yakaları birbirine bağlanarak İstanbul ilini oluşturmuş oldu. Birçok farklı ilçenin yönetimine bağlı olarak varlık gösterdim. Önce Beykoz, sonra Kartal ve en son da Cumhuriyet döneminde Üsküdar’a bağlı bir köy olarak varlığımı sürdürdüm. Bu da benim bugünlere kadar ilçe olmam için beni hazırlamış oldu. Peki nasıl sürdü bu süreç?
Osmanlı döneminde ben bir orman ve çiftlik bölgesiydim. Benim gelişmemde çiftlik bölgesinden daha çok şehirleşmeye doğru yol almamda Atik Valide Sultan Vakfı oldukça önemli rol oynadı. Bu vakfın kurucusu Atik Valide Sultan bölgenin odun ihtiyacını karşılaması şartıyla benim bölgemde insanlara yapılar inşa etti ve şehirleşme için altyapı çalışmalarını başlattı. Benim bölgemde bu mesleği edinen insanlar ticareti de buraya taşımış, Üsküdar ve İstanbul’un diğer bölgelerine odun satışı başlamış oldu. Artık uğrak bir yer haline geldim. İstanbul’da odun üzerine konumlandırma yapmış ve bilinirliğini artırmış bir bölge oldum. Beni var eden bu vakfın kurucusuna ait bir camii ve imarethane de kurulmuştu. Kısacası sosyal imkanları da yaşayan insanlara sunan bir bölge gücüne ulaşmıştım. II. Abdülhamid yönetiminde benim bölgemdeki miraslar da devlet hazinesine alındı ve daha profesyonel bir yönetime sahip oldum. Hatta o kadar profesyonel olmuştum ki konumlandırmam odun üstüne olduğu için bu bölgede yaşayan insanların da oluşturduğu bir meslek kolu olmuştu. Artık benim bölgem sayesinde “Baltacılık” denilen bir meslek icra ediliyordu. Baltacılar, kesime gelen odunları kesmekte ve bu odunların bir kısmını ocaklarda odun kömürü haline getirmekte idiler. Hazır hale gelen odun ve kömürler, arabalarla Üsküdar’da bulunan vakıf imaretine getirilmekte idi. Baltacıların, arabacıların ve birçok farklı iş kolunun olduğu bir köy olmuştum. Köy konumundan uzaklaşmak artık yavaş yavaş ilçe olmak istiyordum. Bunun için bana bağlı olan diğer bölgeleri de geliştirmem şarttı. Kısa zaman içinde benim bölgemde olan Alemdağ mahallesini de kapsamaya başladım. Bu mahallenin yönetimiyle birlikte Ermenilerin de benim bölgemde yaşamaya başladı. Ermeniler genelde baltacılık işiyle ilgileniyorlardı.Bu sayede ilk defa farklı bir kültürü ağırlama fırsatı bulmuştum. Yani meslek kolunun olması, iş imkanları sunuyor olmam benim markalaşmamda önemli rol oyanmış ve farklı kültürleri de buraya çekmemi sağlamıştı.
Farklı kültürlerden farklı insanları ağırlamam birçok yeni yapıya sahip olmamı sağladı. Birçok farklı kültürün çiftliği aynı bölgede sergilendiği nadir bölgelerden biri olmuştum. Dikkatleri üzerime çektikten sonra üst gelir sınıfı insanların da benim bölgemde yaşadığı görülmeye başladı. Hatta bazı Osmanlı paşalarının bile çiftliklerine sahip oldum. Alemdağ Çiftliği, Ayas Ağa Çiftliği, Sultan Çiftliği, Hekimbaşı Çiftliği, Çavuşbaşı Çiftliği, Cevher Ağa Çiftliği, Kurbağalıdere Çiftliği, Tokat Çiftliği, Baltacı Çiftliği ve Serez muhassılı Ahmet Gümüş Efendi Çiftliği benim önemli çiftliklerim arasında yer alıyordu. Cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar çiftliklerin yer aldığı bölge olarak varlığımı sürdürdüm. Nüfusun hızlı bir şekilde artıyor olmasından İstanbul’un diğer ilçeleri gibi ben de olumsuz olarak etkilenmiştim. Bu nüfus artışı kaçınılmaz bir durumdu ama maalesef ön görülü olmadığımız için çarpık yapılanmalara gecekondulara yenik düştük. Bütün bu durumlara rağmen kültürümü ve geleneklerimi taşımak için elimden gelen mücadeleyi gösterdim. Çünkü bir bölgenin markalaşmasından kültür ve geleneklerin de çok önemli unsurlar olduğunun farkındaydım. Kırım savaşından sonra Çerkezlerin, Osmanlı – Rus savaşından sonra Rumelilerin benim bölgeme getirdikleri kültür beni zenginleştirmişti. Rumeliler genelde Lofça bölgesinden geldiği için ufak bir Lofça bölgesini bile kendi içimde barındırıyordum. Sanayileşmeden sonra da çiftçilik kültüründen uzaklaştım. Var olan kültürlerimi de yavaş yavaş kaybetmeye başladım. Benim bölgemde çiftliklerin yerini koca koca fabrikalar almaya başladı. Bu fabrikalar da kırsaldan şehre göç durumunu yoğunlaştırdı. Göç aldıkça var olan değerlerim kayboluyor. Göç artıkça beni diğer bölgelerden ayıran marka unsurlarım azalıyordu. Doğal güzelliklerim de gecekondular ve fabrikalarla birlikte yok edildi. Yeşilin en güzel tonlarını barındıran manzaramı betonlaşmaya bürünen bir yapıyla kaybettim.
Son olarak 1994 yılında Ümraniye ilçesine bağlanılan bir bölge oldum. Çok daha öncesinde kendi başıma bağımsız bir ilçe olma imkanına sahipken, bu durumu değerlendiremedim bir markalama stratejisi yapmadım, herhangi bir planım olmadığı için tüm değerlerim harap edildi. Kültürüm yok edildi. Gecekondu ve fabrika yapıları arasında kayboldum. Haliyle bir ilçe olmayı hak edemedim. İstanbul’da nüfus her zaman artışta olduğu için tüm büyük bölgeler sıra sıra ilçe oluyor ben de bu ilçe olma durumlarına seyirci kalıyordum. Nihayet 2008 yılında benim bölgemde yaşayan insanların da sayısı arttı ve ancak bir ilçe olarak kontrol altına alınabilirdim. Bu tarih itibarıyla kendi başıma bağımsız bir ilçe olmayı başardım. İstanbul’un en yeni ilçelerinden biriyim. Yeniden var olabilme şansına sahip durumdayım. Önemli olan benim değerlerimin olumlu yönde kullanılması, şehirleşme anlayışının yeniden gözden geçirilmesi ve profesyonel bir markalama çalışmasına ihtiyacım var. Kaybolan kültürümü, tarihimi yeniden var edeceğim günleri sabırsızlıkla bekliyorum.