GAZİOSMANPAŞA
Yaklaşık yarım asırlık bağımsızlık dönemi yaşayan bir ilçe olarak varlığımı sürdürmenin birçok avantajı ve dezavantajı olmasına rağmen istediğim düzeyde marka şehir olamamanın sıkıntısını yaşıyorum. Her zor durum aşıldıktan sonra ferahlığa ulaşılır düşüncesiyle yaklaşık 70 yıldır zorluklar yaşayan bir ilçeyim ben. Daha varlığım söz konusu bile değilken topraklarımın bir kısmı Eyüpsultan bir kısmı da Çatalca ilçelerinde yer almaktaydı. Bu ilçelerin de hiç kullanmadığı bir bölge olarak öyle atıl duruyordum. Uzun yıllarca yaşam alanı olarak hiç tercih edilmedim. Hatta taşlı ve tepelik bir bölge olduğum için o dönemlerde bana “Taşlı tarla” deniliyordu. 1950 yıllarına kadar burada bir yaşam alanı olmamasına rağmen hayvancılıkla uğraşan insanlar burada kulübeler inşa etmişlerdi. Bu kulübeler zaman içerisinde imalathane olarak da kullanılmaya başladı.
Yaşam alanı olarak kullanılmaya başlamam Balkanlardan İstanbul’a göç eden insanlarla başladı. Yakın zaman kadar hiç kimse tarafından tercih edilmiyordum. Boş ve tercih edilmemem Balkanlardan gelen insanlar için bir fırsattı. Çünkü şehirleşmiş ilçelerde sıfırdan bir yaşam alanı kurmak çok zordu. Hem resmi prosedürler hem de maliyet açısından bu zorluğu aşamayacaklarını düşündükleri için boş ve kırsal bir alan tercih etmeleri gerekiyordu. Hiç ummadığım bir şekilde Taşlı Tarla marka serüveni 1960 yıllarında varlık göstermeye başladı ve bugün bir milyondan fazla bir nüfusa sahip olan Gaziosmanpaşa ilçe haline gelmesi de bu dönemde başladı. Taşlı Tarla merkezli bir gelişime ile birlikte hayat bulmaya başladım. Tabii bu ilçeyi kuran merkez yer olarak benim ilçemin de en önemli bölgelerinden biri haline geldi. İstanbul’da adı bile geçmeyen Taşlı Tarla bugün devasa binalara, alışveriş merkezlerine, teknolojik altyapısı olan eğitim ve eğlence merkezlerine sahip olan bir bölge oldu.
Hayat bulmaya başladım ama hala bağımsız bir ilçe olarak varlığımı ilan edememiştim. Taşlı Tarla o dönemlerde Eyüp’ün mahallelerinden biri olan Rami’ye bağlı olan Küçükköy’ün bir bölgesiydi. “Taşlı Tarla” diyorum çünkü ben Gaziosmanpaşa olarak hala varlığımı gösterememiştim. Ben yokken, benim için Taşlı Tarla gerekli çalışmalara başlamıştı bile. O dönemde 18 bin gecekondu yapısıyla yaklaşık 90 bin insanın yaşadığı bir bölge olmayı başarmıştı. Bir ilçenin, bir mahallesinin, bir bölgesi olarak oldukça önemli bir potansiyele sahipti. Bu potansiyel hızlı bir şekilde artmaya devam etti kısa bir süre içerisinde Gaziosmanpaşa ilçesinin merkezinin oluşumu tamamlanmıştı. Artık ben de varlığımı gösterebilirdim. Tabii sadece merkezimin var olması benim için yeterli değildi. Bu merkeze Rami ve Çatalca ilçelerine bağlı Hadımköy bölgesindeki bazı köyleri de kendi yönetimime almış oldum. Hiç yoktan birkaç bölgeyi bir merkeze bağlayarak bir ilçe haline geldim. Sonrasında Çatalca köylerinden olan Yeniköy’ün de yönetimim altına geçmesiyle tam olarak varlık gösterebilecek konuma geldim.
Artık her şey hazırdı. Marka serüvenime başlamam için ilk bir strateji ve plan yapmam gerekiyordu. İlk olarak Taşlı Tarla konumlandırmasından uzaklaşmam ve dikkatleri üzerime çekmem gerekiyordu. Osmanlı Ordusu’nda askerlik görevi boyunca birçok savaşta başarılı sonuçlar almış ve üstün başarıları ardından Sultan II. Abdülhamid tarafından “Gazi” unvanını da alan, o günlerden bugüne kadar namı “Gazi Osman Paşa” olarak da anılan Türk askerinin adını bu bölgeye vererek tüm İstanbul halkının dikkatini çekmeyi başardım. İlk adımımdan itibaren birçok insanın talep ettiği bölge haline geldim. Yapılan yeni binalarla birlikte nüfus oranım da hızlı bir şekilde gelişmeye devam etti. Dünyada çok nadir rastlanan bir nüfus artışını yönettim. Sadece 60 yıl içerisinde benim ilçemde yaşayan insanların oranı 165 kat arttı.1935 yılında 3847 insan benim bölgemde yaşarken şimdilerde yaklaşık 700 bin insanın yaşadığı bir bölge oldum. İnsan yoğunluğunun getirdiği bütün avantajlı unsurlardan faydalandım. Şehirleşme, ulaşım, eğitim ve eğlenceye kadar her özeliğimi çok geliştirdim. Hızlı büyüme yüzünden yaşadığım en olumsuz etki de; her ne kadar genç bir ilçe olsam da çarpık kentleşmeler ve altyapı sorunlarıyla karşı karşıya gelmem oldu. Tüm Türkiye’ye adımı nüfus yoğunluğumla duyurmayı başardım. Her ne kadar olumlu bir reklam olmasa da tüm ülkenin benim adımı duyması bilinirliğimi artırdı. İstanbul’un en büyük birinci, Türkiye’nin de en büyük ikinci ilçesi olma unvanına sahip oldum. Olumsuz olarak bir bilinirlik yayılmasına rağmen krizi fırsata çevirip bu durumu da kendi lehime çevirebileceğim bir imkan bulmuştum artık. Benden haberi olan ülkeye kendimle ilgili gelişmeleri daha rahat ulaştırabilir ve üzerimdeki olumsuz etkiyi daha rahat atabilirdim. Ancak, bugüne kadar bu yönde bir çalışmanın yapılmamış olması benim en büyük eksiklerim arasında yer almaktadır.
Her ne kadar gecekondularımla tüm ülkeye adımı duyursam da, son zamanlarda yapılan altyapı çalışmaları, ulaşıma verilen önem ve park bahçe gelişimleri benim marka olmamdaki unsurları geliştirmeye devam etmiştir. Bu çalışmalar yönetim tarafından harcama olarak görülse bile ilerleyen zamanlarda beni daha iyi bir konuma taşıyacaktır. Ulaşımın ve altyapının kaliteli olması yatırımcıları ve ticaret insanlarını benim bölgeme çekecektir. O yüzden stratejimi uzun vadeli yapmak zorundayım. Küçük esnafın ve dış üretim faaliyetlerinin oluşturduğu ekonomi düzenimin daha geniş çalışmalarla daha kapsamlı bir hal almasını sağlamam için de markalaşma olmazsa olmaz unsurların başında gelmelidir. Beni en çok rahatsız eden durumlardan biri de bir inşaat bölgesi konumlandırmasına sahip olmamdır. Konumlandırmamı daha sosyal, eğitimsel ve eğlence kültürüne ayırarak var olan gecekondu imajından kurtulabileceğimi düşünüyorum. Benim için hazırlanacak profesyonel bir markalama çalışmasını sabırsızlıkla beklemeye devam ediyorum.