KEDER

İnsanların duygusal dünyasını oluşturan faktörlerin en acılı, üzüntülü ve dertli yanlarından biridir keder. Hiç kimsenin yaşamak istemediği ama en az hayatının bir döneminde tanıştığı bir duygu çeşididir. Genelde aşk durumlarından veya gönül ilişkilerinden sonra kendini gösterir. Ancak, sadece aşk ile kısıtlamak da doğru değildir. Genel olarak insanın değer verdiği benimsediği herhangi bir durumu kaybettiğinde de ortaya çıkabilir. Örneğin hayatını spor yapmak ile kazanan ve bu mesleği uzun yıllardır sürdüren birini düşünün. Her şey yolunda giderken, hayatının en güzel dönemlerini yaşarken yaşadığı bir kaza sonucu yapılan kontrollerde bir hastalığı keşfedilir bu sporcunun. Hastalık bacağındadır yani geçimini sürdürdüğü bir uzvunda ciddi bir hastalık vardır ve bunun adını koymak için sağlık çalışanları bir operasyon gerçekleştirir. Sonradan öğreniliyor ki, bu insanın bacağında kötü huylu ve agresif bir tümör varmış. Ama hala neyin ne olduğunun farkında değil, ameliyatını olacak ve hayatına kaldığı yerden devam edecek diye düşünüyor. Geceler aynı seyrinde devam ediyor onun için. Gecelerin uzayacağı zamanı ameliyat olduktan sonra öğreniyor. Uzun yıllardır emek harcadığı, uğruna fedakarlıklar yaptığı ve çok ciddi başarılar elde ettiği bu meslek elinden alınıyor ve böyle bir duruma yaklaşmaması isteniliyordu. Profesyonel olarak spor yamayacağı bildirilmişti. Hayatını bağladığı, tüm geçmişini uğruna harcadığı, gelecekle ilgili yaptığı planların tümünü üzerinden kurduğu hayat elinden alınmıştı. Keder de böyle bir durumda gözyaşlarıyla birlikte tanışır insanla. Geceleri uzatan ve kısaltan durumun mevsimler olmadığını anlar insan o saatten sonra. Geceleri uzatan kederin ta kendisiymiş meğer. E keder geldi mi öyle kolay kolay bırakmaz insanın peşini. En yakın arkadaşı olur insanın, en güzel anlaştığı duygu kederi olur.  Her fırsatta yalnız kalmayı ister insan kederiyle. Tüm vaktini kederine ayırır. Öyle ki onun için düzenlenen etkinliklerde bile fırsatını kollar yaşam alanının en içine girip yalnız kalmak için. Her fırsatta gider yatağına ve kederiyle kalır baş başa. Karanlıkların içinde yine her zamanki gibi tek başına kalır insan. Bir kere dağılır ve sonra toparlanmak çok zor gelir insana. Sessizliğin içinde kaybolur insan ve yanında kimseyi bulamaz. Keder tüm bunlarla birlikte gelir ve varlığını gösterir insana.

Kederin kayıplarla birlikte insana eşlik ettiği ortada bu bazen yukarıdaki gibi sağlığını kaybetmek ve devamında gelen kayıplar silsilesi olurken bazen de en yakınını kaybetmeyle gerçekleşir. İnsan alıştığı bir yakınını kaybettikten sonra da hayat zorlaşır, çekilmez bir hal alır. Mevsimler hep gri olur insan için. Böyle durumlarda keder kendini gösterir zaten. Hayat renkleri olunca seviliyor ve sevildikçe de daha da renkleniyor, anlam buluyor. İnsanlar birlikteyken varlık bulan hayatın anlamı oluşuyor, yaşamanın tadı da o zaman çıkıyor. İnsan kardeşiyle, annesi babası veya başka bir yakınıyla var olduğu sürece hayat renkli ve anlamlı oluyor. Bunlar kaybedildiği zaman geriye baktığında aslında hayatın tüm renklerini o güzel insanlarla birlikte var ettiğini anlar ve çevresinde güzel insanlar olmayan insan bir hiçmiş gibi hisseder, kederiyle baş başa verir ve yaşamını başı önde karanlık bir hayatta sürdürür. Hayatını sürdürürken de kendi odasında bile kayboluyor bazen insan. Kendini bulamıyor olur, kaybettikten sonra yakınını. Koca bir boşluk görür insan kendinde. Keder insanın içine resmen hiçlik getirir. Bu hiçlik durumu sadece insanın içinde de olmuyor kendisi bile hiç oluyor artık. Keder hiçliğin tadına baktırır. İçi titrer insan hiçliği yaşarken ama bellide edemez içinde yaşananları diğer insanlara. Belli etse içindeki üzüntüyü, o zaman da “Depresyon” denilir bu duruma. İşte kederi de depresyondan ayıran şey budur ya. İnsanı kuytuda yakalar öyle kalabalıklarda çıkmaz ortaya. Ne zaman ki insan yalnız kalır, sinsi sinsi çıkar keder karşısına. İçi titrer insanın o boşlukta. “Yalnız kalayım, kafa dinleyeyim” derken gelir keder ve alır insanı götürür uzaklara. Artık kendinden bile bihaber olur insanın gönlü keder ile tanıştıktan sonra. Ne tanıyabiliyor kendini, ne de söz geçirebiliyor kendine artık insan kederden sonra.

Gecenin bir yarısı tüm duyguları alevlendiren bir şarkıyla hatırlar insan sevdiğini, yüzünde hafif bir gülümseme belirir, gözler hafiften dalmaya başlar uzaklara ve içinde alev alev bir yangın oluşur. Bütün bunları doğuran keder, insanı terk edilmiş, bir köşede bir yığının içerisinde bırakılmış hissi doğurur. Yığınların içerisinde sağ çıkmayı beklermiş gibi olur insan, koca koca yığınlar ve molozların arasında hayata dönmeyi beklerken yaşar kederini. Aşkı kaybetmenin yaşattığı keder bir başka gelir insana. Evet aşkı, sevgiyi kaybetmek diye bir kavram da var kederin içinde ki keder en çok da böyle durumlarda çıkar insanın karşısına. Nasıl hiç umulmadık bir anda insan aşık olursa. Bu aşk beklenmedik bir fırtına oluşturursa insanın yüreğinde. Kendisini büyüleyen durumu tarif edemediği bir durum içerisindeyse, abluka altına alınmış olur artık insan. Ne yaptığını bilemez, nerede nasıl davranacağını bilemez. Kameranın karşısına ilk defa geçmiş bir konuşmacı gibi, elini ayağını yönetemez olur insan. Sarmaş dolaş olur aşkın kollarında. Adeta insanın hücreleri yerinden oynamış ve iliklerine kadar aşk duyguları işlenmiştir. Hiç umulmadık anda rastlanıldı mı aşk o sahipsiz kalbe sahip olur artık. İnsanın bedeninde oluşan nedensiz titremelerin ve yüreğinin sızlamasına anlam verememesinin tek sebebi aşk olduğunu sonradan anlar insan. Bu duyguları yaşayan insanın kalbine saplanan hançerle doğar keder duygusu. Keder hiçbir hastanenin, hiçbir doktorun tedavi edemeyeceği ağır bir durum olur artık insanın hayatında. İnsanın beynine kazınmıştır artık sevdiğinin hayali, nereye baksa sevdiğini görüyor, yaşadığı yerde, izlediği filmlerde hatta uykusunda bile sevdiği onunladır. Yaşayacak günlerin hayal kırıklığını durmadan insan yüzüne vurur keder duygusu. Sevdiği yanında olmayınca oluşan onsuz rüzgar en soğuk rüzgar olur ve üşütürken insanın bedenini, diğer yandan da onsuzluğun acısı da yakar insanın canını. Bütün bu kederin yarattığı acılara ve durumlara şahitlik edecek tek şey insanın gözyaşlarıdır. Gözyaşları şahitlik eder yalnızlığa ve her nefeste sevenin sevdiğini anmasına.

Keder duygusunun ortaya çıktığı durumlar sadece bu üç durumla da kısıtlı değildir. Yani insan sadece sağlığını, yakınını veya sevdiğini kaybettiğinde tanışmaz kederle. Birçok farklı yerde görünür keder ancak yaşattığı durumlar genelde aynı durumlardır. İnsanı yalnızlaştırır, insanı alakasız zamanlarda yalnızlaştırır. İnsanlar uyuyamaz aynı zamanda da uyuduğu yerden kalkamaz. Keder ne uyutur, ne de uyandırır insanı. Öylece karabasan gibi üstüne oturur. Zaman öyle bir durumdur ki, bir haber bekleyince yavaşlar, bir yere gecikince hızlanır, üzülünce insanın canını yakar, mutlu olunca kısalır ama keder ile tanışınca bitmek bilmez. Sonradan anlıyor insan kederini nasıl yeneceğini, bu bitmek bilmeyen zamanın içinden nasıl çıkıp kurtulacağını. Sağlık durumunu kaybettiğinde aslında yeni bir hayata başlaması gerektiğini ama kederin o durumda insanı eskide takılı bırakmaya çalıştığını sonradan anlıyor. Yapılması gereken hayata başka bir bakış ile başlayıp insanın yeni bir yaşam kurması gerektiğini de öğrenmiş oluyor. Sonradan anlıyor insan ölenle ölünmediğini, kaybettiği bir yakının arkasından yas tutacağına ona dua ederek onun geride bıraktığı olumlu durumları yaşatması gerektiğini. Böyle olursa eğer keder bırakıyormuş meğerse insanın yakasını. Ve sonradan anlıyor insan “Hayat hiçbir insan için ağlamaya değmezmiş” diye. Zaten ağlamaya değen insan hiçbir zaman ağlatmaz ki sevdiğini, hep yanında olur. Hata yaptı diye ölüme terk etmez sevdiğini seven insan. Keder ile baş etmenin de yolu yine insanın kendi içinden geçtiğini de unutmamak gerek.