LONDRA
Merhaba, ben Londra. Avrupa Birliği’nin en kalabalık şehirlerinden biri, dünyanın en ünlü kraliyetinin başkenti, dünya borsasının en önemli merkezlerinden biri ve gençlerin gözdesi olan bir markanın nasıl oluştuğunu sizlerle paylaşacağım. Farklı medeniyet ve kültürleri tek çatı altında ağırlamak, eşsiz tarihi eser ve müzeleri organize etmek, muhteşem parkları ve yeşil alanları ziyaretçilerime kusursuz bir şekilde sunmak elbette tesadüf değil. Bir gün mutlaka herkesin 300’den fazla dilin konuşulduğu Londra markası ile yolu kesişecek düşüncesiyle motivasyonumu her zaman üst düzeyde tutmaya özen gösteriyorum. Bu motivasyonum ve marka kimliğimin oluşması nereye dayanıyor?
Yaklaşık 2000 yıl önce Roma İmparatorluğu döneminde kuruldum. Romalılar beni Keltler’in elinden alarak, “Londinium (akan nehir)” adını verdiler. Romalılardan sonra Saksonlar ile yeniden doğdum ve “London” ismini alarak marka kimliğimin oluşumunu başlattım. İngiltere’nin yüz ölçümü bakımından en geniş şehri olmam, hem ticari hem de siyasi sebeplerden dolayı beni başkent konumuna taşıdı. Dünya ticaretinin en önemli dönemleri benimle başladı. Hatta 1600’lü yıllarda dünyanın en kalabalık şehri olmuştum. Marka serüvenimin zirvesini yaşıyordum. Tüm dünya benim üzerimden yönetiliyordu. Her bireyin yaşamak istediği bir marka şehir olmuştum. Ancak, 1665 yılında ortaya bir salgın hastalık çıkıverdi bu hastalık on binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Bu salgın ile uğraşırken 1666 yılında “Büyük Londra Yangını” üzerine titreyerek oluşturduğum markamın beşte dördünü yakıp küle çevirdi.
Dünyanın en büyük marka şehriyken birden bire imaj, itibar kaybı yaşayarak marka çöküşü yaşadım. Her marka krizler yaşayabilir ve her marka yaşadığı krizler için stratejiler belirlemek zorundadır. Bu yangın ve salgın hastalık benim en büyük marka krizlerimden biriydi. Yeniden konumlandırmamı yapmam ve yeniden marka doğuşumu belirlemem gerekiyordu. Bu krizi fırsata çevirmem gerekiyordu. İkinci Dünya Savaşından sonra büyük onarım çalışmalarına başladık. Yeni turistik alanlar ve mimari çalışmalar gerçekleştirdik. 143 tane sanatsal park inşa ettik. Bu parklardan en büyüğü için ekstra bir marka çalışması gerçekleştirdik ve tüm dünyaya Hyde Park ismini konumlandırdık. İngiliz Parlamento Binası ve St. Paul Katedrallerini hizmete açtık. Yeniden dünyaya ayakta olduğumuzu gösterdik.
2000 yıl önce birkaç bin kişilik bir Roma şehri olarak kuruldum ve şimdi Londra markası olarak 15 milyon insanın yaşadığı, her yıl milyonlarca insanın ziyaret ettiği, dünyanın en büyük ticari faaliyetlerinin yürütüldüğü şehir oldum. Bununla birlikte uluslararası turizmin bağlantı noktası oldum ve dünyanın en yoğun hava trafiğinin yaşandığı bir marka şehir oldum. Ayrıca, yüzyıllardır İngiliz kraliyet ailesine ev sahipliği yapmanın avantajlarını kullanarak marka değerimi artırmaya devam ediyorum. Kraliçe’nin evi olan Buckingham Sarayı’nın yanı sıra, kraliyet hazinelerinin sergilendiği London Tower, Lady Diana’nın evi Kensington Sarayı şehrin kraliyet ile ilgili yapıları da tüm insanlara sunuyorum.