MALTEPE
Merhaba, ben Kadıköy, Kartal, ve Ataşehir ilçelerine komşu olan ve İstanbul’un en büyük ilçeleri arasında yer alan Maltepe. Bu ilçelere komşu olduğumu vurguluyorum çünkü bölgelerin birbirine yakın olması ister istemez olumlu veya olumsuz bir şekilde birbirlerinden etkileniyorlar. Ben de bu ilçelerden etkilenerek marka şehir stratejimi oluşturmaya çalıştım. Ancak benim tarihime bakıldığında oldukça eski bir geçmişim vardır. Çok eski tarihim olmasına rağmen şehirleşme anlayışım da Bizans döneminde başlamıştır. Yani bugünlere kadar taşıdığım sınırlarım 16. yüzyılda oluşturulmuştu. Bu tarihten öncesinde de aslında birçok olaya şahitlik ettim. Bizans döneminden önce yaşadığım gelişmeler de benim tecrübe kazanmama ve bölgemin yaşanabilir bir bölge olduğuna dair gelişmeler olmuştur. Sonrasında da Osmanlıların Kocaeli yarımadasını fetih etmesiyle birlikte Osmanlı benim bölgeme kadar gelmiş ve hatta Orhan bey ile III. Andronikos arasında yapılan savaşın (Pelekanon) merkezi de ben olmuştum. Esasında benim bölgem ilk zamanlarda altınların ve hazinelerin yığın halinde toparlandığı bölge olarak kullanılıyordum ve ilk marka ismim de “Yığma Tepe” olarak oluşmuştu. Ben ilk zamanlarda Kartal ilçesini izleyebilecek bir manzaraya sahip, denize kıyısı olan bir köy konumundaydım. Bu zamanlarda çok tatlı ve verimli bir bölgeydim. Çok şiddeti bir deprem tecrübesi de yaşadım ve yaşam bölgemin tamamı yok edildi. Yeni yerleşim yerim denizden uzaklaşarak tepelik alanlarımdan birinde oluşturuldu. Bizans dönemine kadar yaşayan bir bölge olarak geldim. Bizans yönetimi altına alındıktan sonra da İmparator Theophile 816 yılında Abbasi halifelerinin Bağdat’taki sarayından esinlenerek benim bölgemde Arap kültürü tarzında bir saray inşa ettirdi. Bu saray ile birlikte yeni bir marka kimliğine sahip oldum ve Bizanslılar beni “Bryas” olarak anmaya başlamışlardı. Tabii bir imparator sarayının benim bölgemde olması pek çok açıdan markalaşmamı geliştirmiş olmuştu.
Markalaşma tarihim de Bizans İmparatorluğu döneminde başlamış oldu. “Bryas” marka ismim artık yayılmaya başlamış Latinler de bana “Urias” demeye başlamışlardı. Yaşanan savaşlar ve bölgemde oluşan gelişmeler de benim stratejik bir bölge olduğumdan dolayı bana yeni marka isimleri vermeye devam ettiler. Örneğin Pelekanon savaşının adını da belli bir süre kullanmış oldum. Anlayacağınız markalama sürecim Bizans dönemine başladı ama bir türlü oturmadı her seferinde değiştirilerek kullanıldı. Bu yüzden de doğru düzgün bir marka kimliğine sahip olmadım. Ancak benim bölgeme en büyük etkiyi bırakan Brays sarayı benim asıl marka ismim olmayı başarmıştı. Osmanlı dönemine kadar da bu isimle anılan bir bölge oldum. Süleyman Şah İstanbul Anadolu yakasına kadar fetihler kazanarak gelmiş ve sonunda Bizanslılarla yaptığı sınır anlaşması Süleyman Şah vefat ettikten sonra Bizanslılar tarafından çiğnenmişti. Anlaşmayı bozan Bizanslılar Haçlı ordularıyla İzmit bölgesine kadar gelmişlerdi. Ancak Sultan Kılıçarslan bu gidişe bir “dur” demiş ve Bizanslıların gidişatını durdurmuş ve hatta benim bölgem de dahil olmak üzere neredeyse tüm Anadolu yakasının hakimi konumuna gelmişti. Bu hakimiyet sürecinde de önemli bir rol oynadım. Yani Osmanlılar benim bölgemi fetih etmeden önce Bizanslılar benim bölgemdeki şatoyu karargah olarak kullanıyorlardı. Benim bölgemin ele geçirilmesi demek, Bizanslıların savaşı kaybetmesi anlamına geliyordu. Osmanlı İmparatorluğuna bağlı Abdurrahman Gazi tarafından yönetilen 80 kişilik bir ekip özel bir operasyonla benim bölgemdeki kaleyi fetih etmeyi başarmışlardı. 1400’lü yıllarda artık benim bulunduğum bölge de Osmanlıların hakimiyeti altına alınmıştı. Orhan Gazi artık benim bölgemin hakimiydi. O dönemlerde ben küçük bir kasaba durumundaydım. Ancak benim bölgemin güçlenmesini isteyen Orhan Gazi, Kazasker Feyzullah efendiden benim bölgemde bir külliye inşa etmesini talep etmişti. O dönemde askeri konaklama yeri olarak kullanılmaya başladım. Bu askeri alanımı bugünlere kadar taşımayı başardım. Hala aynı yerde bir askeri alanım bulunmakta.
Feyzullah Efendi tarafından geliştirilmeye devam eden bir bölge olmayı sürdürdüm. Birçok Rum kesimi insan benim bölgemde yaşamını sürdürmeye başladı. Osmanlı marka şehir algısına çok önem veriyor ve bu konuda yatırımlar yapmayı sürdürüyordu. Neredeyse her dönem için benim bölgemden sorumlu bir yönetici tayin ediliyor ve bu yöneticilerden bölgenin markalaşması adına icraatlar gerçekleştirilmesi bekleniyordu. Osmanlı için İstanbul önemli bir kaleydi. İstanbul’a ne kadar yayılır ne kadar kök salarsa Osmanlı o kadar güçlü olacağının farkındaydı. Bu yüzden de yönetimi altında olan her ilçe için oldukça önemli çalışmalar yapılıyordu. Ancak o dönemlerde şehirleşme için, nüfus yoğunluğunu sağlama için yapılan çalışmalar daha ön plandaydı. Yani kaybolan kalemin bir anıtını yapmak ve benim bölgeme turist çekmekten çok benim bölgemi yaşanabilir bir bölgeye dönüştürmek için çabalıyorlardı. Neticesinde amaçlarına da ulaşmışlardı. Pek çok kültürden insanın yaşadığı bir bölge olmuştum. Genelde Rum kesiminden insanların benim bölgemde yaşamaları teşvik edilmişti. Çünkü benim bölgem İstanbul merkezine bağ bahçe işiyle uğraşan insanlar için daha uygun bir bölgeydi. Verimli topraklara ve doğal sulara sahiptim. Kazasker Feyzullah Efendi benim bölgemin ilk Belediye Başkanı da sayılabilir. Onun öncülüğünde yapılan stratejiler benim bölgemi Cumhuriyet dönemine kadar yükselen bir grafik çizerek yaşatmış oldu.
Cumhuriyet döneminden sonra Rumların büyük bir bölümü benim bölgemi terk etmeye başlamıştı. İnsanların benim bölgemden ayrıldığı dikkat çekmeye başlamış ve popülaritemi kaybettiğim bariz bir şekilde görünüyordu. Yeni bir marka çalışmasına ihtiyacım vardı. Ben marka olarak Kazasker Feyzullah Efendi döneminde yeniden doğdum, emeklemeye, yürümeye başladım, gençlik dönemimi de yaşayarak yaşlılık döneminde var ettiğim marka değerim son bulmak üzereydi. 1928 yılında benim bölgemin yönetimi için bir belediye teşkilatlanması kuruldu. Artık bağımsız bir ilçe olmak için her imkana sahiptim. O dönemde de Maltepe olarak bağımsız bir belediye ilan edildim. Nüfusun artmasıyla birlikte ben de her geçen gün daha fazla insanı ağırlamaya başladım. Ben de yönettiğim toprakları mahallelere ayırıp kendi içerisinde yeni yönetim anlayışları başlattım. Bugüne kadar 18 mahalleyi ayrı ayrı yöneten bir bölge olmayı başardım. Maalesef bende İstanbul’un betonlaşma serüveninden çıkan payımı almış oldum. Birçok doğal yerim beton yığınlarından binalara dönüştürüldü. Tarihimle alakalı neredeyse hiçbir unsuru insanlarla paylaşamıyorum. Evet Osmanlı döneminde yaşanabilir bir bölge olmam için çalışıldığı için tarihi unsurlarım ön plana çıkarılamadı. Ancak ben artık bir marka şehir olarak varlık göstermek, yerli ve yabancı ziyaretçileri ağırlamak istiyorum. Zamanında karargah olarak kullanılan, 80 kişi tarafından önemli plan ve stratejilerle fetih edilen bu kalemin yeniden inşa edilmesi, içinde yaşadığı olayları anlatması, içinde sanat galerilerinin açılması, kültürel etkinliklerin düzenlenmesi ne de güzel olurdu. Onun dışında Süreyya Paşa Plajımın yanında yer alan Bakireler Tapınağımın hikayesi anlatılsa mesela. Bu tapınak bir markalama çalışması içerisinde yeniden tasarlansa, tüm dünyaya bu tapınakla ilgili bilgiler paylaşılacak, bu tapınağa özgü bir web sitesi yapılsa ne güzel olurdu. Yunan inancına göre evlenmek isteyen genç kızların ziyaret ettiği ve denizin içinde bulunan bir tapınak burası. Evet şuanda büyük alışveriş merkezlerimle, semt pazarlarımla, geniş botanik alanlarımla markalama adına bir uğraş içerisindeyim. Bu uğraşımın olumlu bir gelişme olmasına rağmen marka olmanın önemli bir strateji, plan ve program olduğunun bilincine vararak çalışmaları hayat geçirmeyi umutla bekliyorum.