PENDİK
Merhaba, belki çok şaşıracaksınız ancak ben M.Ö. 5000 yılından beridir yerleşim yeri olarak kullanılan bir bölgeyim. Bu duruma şaşırılıyor olması benim şehir markası çalışmalarımın başarısının oranını göstermektedir. Oysa bu başka bir ülkenin mesela İtalya’nın elinde olsaydı nasıl değerlendirilirdi? Roma Forumu denilen bölge bile benden sonra yerleşim yeri olarak kullanılmış ancak şuanda dünyanın en çok ziyaret çeken bölgelerinden birisi. Çünkü marka şehir çalışmasını benden daha iyi gerçekleştirip dünyaya yaymayı başardılar. Bakın ben bile kendimden bahsederken oradan bahsediyorum. Bu bölge içerisinde tapınaklar, bazilikalar, zafer takları, kemerleri sütunları arkeolojik kalıntı olarak tüm dünyaya sunuyor. Hatta bu arkeolojik kalıntıların kendi içerisinde hikayeleri bile var. Siyasi, ticari ve hukuki anlamda hayatın merkezi konumunu taşıdığı hikayeler anlatılıyor. Girişler biletli ve merak uyandıran bir alan olan bu bölgeden benim fazlam var ama eksiğim yok. Ancak benim bölgemde ne böyle biletle ziyaret edilecek bir alan var, ne merak uyandıran bir markalama çalışmam var, ne de ziyaretçilerime sunabileceğim hikayelerim var. Hikayelerim olmasına rağmen bu imkanlarımı sunamıyorum . İstanbul Boğazı ve Sakarya arasında bulunan en önemli bölgeyim. Bu önemimden dolayı, ilk var olduğum dönemden beridir yüzlerce farklı kültürü ağırlama imkanı buldum. Bu kültürler arasında bana en büyük etki bırakan medeniyetler de M.Ö. 1200 yıllarında Makedonyalılar, M.Ö. 8. yüzyılda Roma İmparatorluğu ve sonrasında Bizans olmuştur. Ancak İstanbul’un diğer ilçeleri gibi ben de profesyonel olarak şehir markası çalışmasının ne olduğunu Osmanlı yönetimiyle deneyimlemiş oldum.
Her ne kadar markalama deneyimine Osmanlı döneminde sahip olsam da, öncesinde de edindiğim kültürel tecrübeler ve tarihi özeliklerim beni ön plana çıkarmayı başardı. Bizans döneminde “Pantikion” veya “Pentikion” olarak anılıyordum. Ondan öncesinde de Roma yönetiminde “Panticio, Pantecio, Panticia” isimlerine sahip olmuştum. Bizans dönemindeki ismim (Pantikion) “Her tarafı sularla kaplı” anlamına geliyordu. Siyasal açıdan da önemli bir konumdaydım. İstanbul’a doğudan gelecek dış kuvvetlerin ilk karşılaşacağı bölge benim bölgemdi. Osmanlı da benim bölgemi stratejik gördüğü için benim bölgeme askeri anlamda çok yatırım yapmıştır. Dış kuvvelere karşı duvar gibi güçlenmiş durumdaydım. Bu yüzden “Duvar” anlamına gelen “Pendik” benim yeni marka kimliğimi oluşturuyordu. Aynı zamanda bu marka ismim çok eski dönemlerde Ural dağlarından gelip benim bölgemi yaşam alanı olarak seçen Farslıların bana “Pench-deh” yani “Beş burun” demesi de “Pendik” isminin oluşmasına sebep olmuştur. Roma, Bizans ve Osmanlıdan önce de oldukça önemli bir bölge konumlandırmasına sahiptim. Frigler’in Anadolu’ya yerleşmeleri ve Frigya Devleti kurma sürecinde Istanbul Bogazı ile Sakarya nehri arasındaki bölgeye yerleştiklerinde, Friglerin bir kolu olan Bebrikler benim bölgeme “Bebrikya” derlerdi. M.Ö. 650 yılında bölgeme yerleşen ve buraya “Bitinia” adını veren Bitinler, M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında Anadolu’ya hakim olmak isteyen Perslerin egemenliğini tanıdılar. Roma ancak M.Ö. 85 yılında Anadolu’ya Kalkhedon’a (Kadıköy) ayak basarak, M.Ö. 74 yılında benim bölgeme de bağlı olduğu Bitinya’yı hakimiyetine geçirdi. Bizans hakimiyeti döneminde General Belisarios benim bölgemde ihtişamlı bir villa yaptırdı ve yaptırdığı villasında yaşamını sürdürdü. Bu gelişme marka değerime değer katmıştı. Artık tüm inşalara yaşanabilir güvenilir bir bölge olduğum mesajını bu villayla veriyordum. Sonrasında Got’ların Nikomedia (İzmit) ve İranlıların Kadıköy’e yaptığı seferlerde de uğrak yer olmayı başardım. Müslüman ordularıyla tanışmam 668 yılında Süfyan komutasındaki orduların Üsküdar’a kadar ilerledikleri seferle oldu. 1071 Malazgirt Savaşı’nın ardından Alparslan’ın kuzeni Kutalmışoglu Süleyman Şah’ın kuvvetleri 1079 yılında Üsküdar’a kadar olan bölgeyi ele geçirdi ve Boğaz, Bizans ile Türkler arasında sınır oldu.
Ancak 1204 yılında Haçlı Ordusunun kuşatmasıyla Latin Devleti benim bölgemde kuruldu, ben de yıkımdan payımı almış oldum ve neredeyse tüm tarihi değerimi bu zamanda kaybetmiş oldum. Bu durum benim gelecekte daha köklü bir marka şehir kurmamı zora sokacaktı. 1328 yılında Orhan Bey döneminde Samandıra ve Aydos kalelerinin alınması sonucu Osmanlı yönetimine geçtim. Daha sonra bir kaç kez Bizans yönetimine geçip el değiştirsem de, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle birlikte ben de Osmanlı’nın hakimiyetine bir daha el değiştirmemek üzere girmiş oldum. İstikrarın markalaşmak için ne kadar önemli olduğunu da bu dönemde öğrendim. Bu dönemden sonra benim bölgemde yapılan kazılarda konik stilde bir kolon, çok sayıda mezar ve Roma döneminde yapılmış hisar temelleri bulundu. Bu bulgular beni var eden en önemli unsurlar olabilirdi eğer profesyonel bir şekilde yönetilebilseydim. Ancak yine de Osmanlı sayesinde o dönemde Rum, Ermeni ve Müslüman unsurların bir arada yaşadıkları ve daha çok sebze-meyve üreticiliği, balıkçılık ve zeytin yetiştiriciliği ile uğraşılan şirin bir yerleşim yeri olmuştum. Her şey yoluna girmişken bu güzel bölgem ilki 1798’de olmak üzere üç kez yandı. 1889’daki yangında 1200 hane yok oldu. Birinci dünya savaşı sonrasında İtilaf Devletlerinin İstanbul’u işgalinden ben de nasibimi aldım, İngilizler Büyükdere yakınında bir karakol kurdular. 2 Ekim 1923 günü işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk etmesiyle benim bölgemdeki karakol da boşaltıldı. Rahat bir nefes aldığım dönem de bu dönemden sonra başladı ama maalesef yangınlar, işgaller, kuşatmalar derken bir türlü markalaşamadım. Aslında geçmişi bu kadar imparatorluk değiştirmiş ve tüm imparatorluktan izler kazanmış ve bunları günümüze kadar taşımış olan bir ilçenin çok daha farklı değerlendirilmesi gerekmektedir. Benim bölgemde manastırlar hanlar, höyükler, sarnıçlar kaleler bulunmamaktadır. Bunları sıraya paylaşacak olursam;
- Aydos kalesi
- Yavuz sultan selim köprüsü
- Surlar
- Ayazmalar
- Sultan konağı
- Sarnıçlar
- Bizans mezarlığı
- Pavli adası
- Bizans devrine ait manastır
- Temenye
- Pendik göyüğü
Şeklinde paylaşabilirim. Kültürümü ve geçmişimizi yansıtan izlerin sıklıkla görüldüğü bu tarihi yerler görülmesi gereken yerlerdir. Belki insanların gelip gördüğünde geçmişte olan şeyler bu ilçe için yaşanılan olaylar gözünüzde canlanır ve biraz olsun geçmişimden etkilenebilirler. Bu sayede oldukça fazla yabancı ve yerli misafirlerini ağırlama imkanım varken maalesef İstanbul’un en az uğranan yerleri arasında bulunmaktayım.
İstanbul Havalimanının açılması sayesinde benim bölgemde yer alan havalimanı bölgemde hareketliliği artırdı. Çünkü Yeni havalimanına göre benim bulunduğum bölge daha tercih edilebilir bir bölge olmuştur. Benim bölgemde açılan bu havalimanı ismini dünyanın ve Türkiye’nin ilk kadın pilotu olan Sabiha Gökçen’den almıştır. Aslında havalimanı yapılmadan önce bu bölge çobanların hayvanlarını otlattığı bir bölge olarak kullanılıyordu ve o zamanlarda bu bölgede havalimanı yapılmasının çok da mantıklı olmayacağını çoban paylaşmasına rağmen havalimanı yapılmıştı. Havalimanı orada mantıklı olmayacaktı çünkü çoban hayvanlarını otlatırken o bölgede sis yoğunluğunun çok fazla olduğunu ve saatlerce sis yoğunluğunu koruduğunu paylaşmıştı. Yani anlayacağınız bu çalışma yapılırken de çok ön görülü bir çalışma yapılmadığı için uzunca bir süre bölgemde havalimanı olmasına rağmen çok da tercih edilir bir bölge olmamıştım. Çok tercih edilmememe rağmen havalimanı ve çevremde açılan bazı üniversiteler bazı sosyal mekanların oluşmasını sağladı. Sosyal imkanlar, havalimanı ve sonrasında beni İstanbul merkez ile birlikte Avrupa’ya bağlayan bir tren hattının açılması marka değerimi artırdı. Ulaşım, eğitim ve kültür açısından oldukça önemli değerlere sahip durumdayım. Bölgemde nüfusun yaş ortalaması da son zamanlarda havalimanı çalışanları ve üniversiteler sayesinde biraz daha gençleşmiş oldu. Şuanda sahip olduğum değeri yaşattığımı düşünmüyorum. Benim için önemli olan çoğu özelliğim bir köşede kullanılmamakta. Profesyonel bir marka şehir çalışmasıyla varlığımı ispatlamayı umut ediyorum.